5 Ocak 2012 Perşembe

Koçgiri’de iki Kişilik- II

İsmail GÖLDAŞ/ Koçgiri’de iki Kişilik- II

01 Ocak 2012 / Ji aliyê   ve
Di nav de, Lêkolîn & Analiz, WAR Hejmar 2

Bir önceki sayıda Koçgiri’ de üst düzey iki devlet görevlisinin: biri asker, diğeri vali olan bu yetkililerin Kürt ayaklanmasına yaklaşımları, aralarındaki çelişkileri konu alınmıştı. Devlette de varolan iki ayrı kesimin düşüncelerinin bu iki ayrı görevlinin eylemine yansıma biçimi de sezdirilmişti. Kürtlerin ayaklanmalarında devletin kullandığı şiddet yöntemlerinin bu ayrı iki kişilikteki yansıması verilmek istenmişti. Bu yazının konusu elbette ki öncekinin devamı; ancak daha çok bu özellikli Kürt hareketinin Ankara’daki mecliste bulduğu yankı konuya kaynaklık edecek. Koçgiri Kürt olgusu Ankara’daki Türk meclisinde nasıl bir ilgi-tepki uyandırdı? İcra Vekilleri Heyeti, milletvekilleri bu Kürt ulus tepkisine nasıl baktılar; milletvekilleri neler söylediler? Konu bu. Koçgiri hareketinin ne tarihi ne de kronolojik, tarihsel yazımı olmayacak. Koçgiri Kürt tepkisi -ki çoğu kaynak ayaklanma olarak adlandırır- tarihi elbette ki ayrıntılarıyla yazılmayı bekliyor.  Konu üzerinde çalışmalarımı yer yer sürdürüyorum. Bu yazı öz olarak Koçgiri’nin Ankara’dan, I. TBMM’nden nasıl görüldüğü ve nasıl yorumlandığını ele alacak biçimde hazırlandı.

İsmail Göldaş
Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınlar Serisinin bir nolu kitabı olarak çıkarılan Türk İstiklal Harbi, İstiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921) adlı 1974 basım tarihli kitap Koçgiri (Koçgiri)’den “Ayaklanma” diye sözetmektedir. 6 Mart-17 Haziran tarihleri arasında başlayıp bitirilen bu Kürt Hareketı Türk meclisinin önemli, tartışmalı toplantılarına konu olmuştur. Olaya en fazla yer vermiş olan kişi Dr. Vet. Nuri Dersimi’dir. Dersimi Koçgiri için “Kürt İstiklâl Savaşı” kavramını kullanmış. Dersimi’ye göre bu Kürt İstiklal Savaşının I. TBMM’de nasıl ele alındığı, Kürdistan mebuslarının neler söyledikleri yazının akışı içinde verilecek. Cumhurbaşkanlığı Arşivindeki Koçgir Ayaklanması (Arşiv’de “İsyan” kavramı kullanılmaktadır)’na, ilişkin belgeler de yazı içinde verilecek. Arşiv belgeleri 1993 tarihinde Aydınlık gazetesinde yayınlanmıştır. İnci ve Yeni İnci dergilerinde özellikle Alişer Bey’le ilgili makaleler yer almıştı. Bu makalelerden de yararlandım; ancak uzun alıntılar yapmadım.  Derginin bir başka sayısında bu ve buna benzer ayrıntıları vermeye çalışacağım. Koçgiri Kürt hareketinin lideri durumunda bulunan Alişer’in bedeninden ayrılmış ve otların üstüne atılmış başının resmi bu adı geçen İnci dergisinde yayınlanmıştı. Dergide yayınlanmış olan resim ve yazıları, derginin gelecek sayılarında olduğu gibi vermeyi de ayrıca düşünüyorum. Koçgiri ile ilgili başlıbaşına yapılmış tek çalışma Komal yayınevi tarafından 1975 yılında yapılmış Koçgiri Halk Hareketi adlı yarı-derleme kitaptır. Bu kitap, kapak başlığından da anlaşıldığı gibi Koçgiri için “halk hareketi” kavramını kullanmaktadır. Hareketin “ayaklanma” kavramı içinde değerlendirilmesi tartışma konusudur. Komal’ın kitabının önsözünde Koçgiri’nin bir “İsyan” hareketi olduğu sezdirilmektedir. “Önceki ve sonraki yerel/ulusal direniş ve isyanlardan ayrı, ilginç bir özelliğe sahiptir’ denilmektedir. Bu alıntı Koçgiri’nin bir “direniş” hareketi olarak alınabileceğine vurgu yapmaktadır. Ancak, önsöz genede bu Kürt ulus tepkisinden “halk harketi” olarak ısrarla sözetmektedir. Bu konu, Kürt ulus hareketlenmelerinin anlaşılması bakımından tartışılmaya değer bir malzeme içermektedir. Başlangıç noktası Koçgiri olmamakla birlikte, tek tek, dönem dönem bütün Kürt ulus tepkileri; ayaklanmaları ele alınıp, ayrıntılarıyla incelenme konusudur.
Örneğin bir Ali Batê, Cemilê Çeto, Sason, Bitlis olayları; Erzurum’daki İttihat Terakki günlerinde meydana gelmiş olaylar/tepkiler/muhalif tutumlar döneminin özellikleri de ele alınarak araştırma konusu yapılmalıdır. Kürt tarih araştırmaları henüz bu derinliğe inmiş sayılamaz. Türk Milli Mücadele tarihinde, Türkler açısından aydınlatılmamış konu neredeyse kalmadı sayılabilir. Şimdilerde; il, ilçe hatta yöre bakımından incelemeye tabi tutulmuş durumda. Kürt toplumunun bu dönemi aynı metotla ve aynı ayrıntılarla verilebilmiş değil. Köken, Irk tarihi Kürtleri çok fazla etkiliyor. Hiçbir tarih formasyonu bulunmayan ve adlarına “Kürt tarihçisi’ ibaresi eklenmiş olan kimselerin daha çok ilkel biçimde; bilim /akademisyenlik misyonu taşımayan çalışmaları bu yöndedir. Kürt kurumları, basını “Kürtçe yazabilen” herkesi neredeyse “Dilbilimci” yapmış, ona bu oldukça önemli “Ünü’, “Lakap” olarak yapıştırmış durumda. Aynı biçimde Kürtlerin kökenine ilişkin yazan herkes de “tarihçi” sayılmaktadır. Oysa tarihçilik başlı başına bir bilimsel formasyon, akademisyen özellik taşır. Eline kalem alan her Kürt; Kürtlerin ilk insanlık tarihini örgütlemiş olduğundan başlayarak, Dersim’ e kadar inmektedir. Ayrıca “tarihçi”lerimizin hepsi hem şair, hem romancı, hem hikayeci, hem tiyatrocu; hem de müzik uzmanlarıdır! Kuşkusuz konumuz bu değil. Ancak, iş tarihten açılmışken bir konuya daha değinmeli: Her milletin tarihinde bu zamanlar yaşanmış. Millet oturdukça, zaman ilerledikçe; ulus bilinci önemli sıçramalarla kendi akademisyen kimliklerine kavuştukça “seçici”lik, “elemeci”likte ortaya çıkmaktadır. Tarih, dil, edebiyat, müzik, basın alanında eski ilkellikler bu “seçici”likle elenerek tarih olmaktadır. Henüz Kürt toplumu ve yaratılan Kürt kurumlaşmalarından bunu beklemek erken sayılabilir. Her şey zaman, mekan, şarta göre ele alınıp değerlendirilebilinir. Koçgiri “olay”, “hadise”, “isyan”, “ayaklanma’, “halk hareketi”, “istiklal savaşı” da bu tarihsel çizgi izlenerek ele alınacak, değerlendirilecek. Ayaklanma olup-olmadığı tezi ayrıntılı incelemelerle aydınlanacak. Her hareket; olay, tepki, muhalif tavır, toplu sivil veya silahlı davranış her zaman, her şart altında “ayaklanma” klasik ve geleneksel tarzda kürt aydınları, politikacıları her olgudan “ayaklanma” özelliğini biraz da zevk alarak; özünde ilgilerini bu yönde koşullandırarak, derinde duran ulusal hınçla “ayaklanma” kavramını sosyo-psikolojik olarak kendilerine yakın bulmaktadırlar. Bu kavramı kullanırken belirgin anlamda “tepkisel’ olduklarını da açıklamak istediklerini de sezdirmiş olduklarını zannetmektedirler. Oysa; olay, tarihsel anlamda, bilimsel metotla ele alınıp, ayrıntılarıyla incelendiğinde gerçek değerine ulaşmış olacak. Belirgin, belli zamanda, yerel koşullar içinde gelişmiş bir hareketlenmenin “ulusal bir ayaklanma” kavramıyla açıklanabilmesi bu “aydın-politikacı-şair” heyecanından ayrı biçimde ve ayrı metotla ele alınıp incelendiğinde değeri belirlenecektir. Koçgiri için benim yapmak istediğim öncelikle olgunun çeşitli görünümlerini, iç çatışmalarını ve kullanılmış olan malzemeyi vermek olacaktır. Birinci yazımda bu malzemenin bir bölümünü vermiştim. Bu bölümde ise -tümü olmasa da- bir bölümünü daha vereceğim.

II


Haydar Bey
Koçgiri olayı 5 Mart 1921 Cumartesi günü; Koçgiri aşiretine bağlı bin kişilik bir silahlı güçle İmranlı kasabasının baskınıyla başlamış sayılır. Aynı gün Sovyet elçisi Budu Mdivani, M. Kemal’e güven mektubunu sunmaktadır. Bu dönem aynı zamanda Sevr Antlaşması’nın onaylanmasının beklendiği dönemdir. Saray hükümeti Kürt toplumunun haklarından da sözedilen bu  antlaşmayı onaylaması ve M. Kemal’i ikna etmesi için bir heyeti  göndermiştir. M. Kemal Ankara’da bilindiği gibi Sevr’i onaylamamıştı. İşte Koçgiri’deki olay bu dış ve iç koşulların ağırlaştığı günlerde fiilen başlamıştır. Aslında olayın arka yüzü önceki yıla kadar uzanır. Özünde Koçgiri’ nin başlangıç tarihini “resmiyet’,  açısından 15 Kasım 1336/1920 pazartesi olarak alabiliriz. Bu tarihi olayın diplomatik, siyasi, resmi başlangıç tarihinin belgelendiği tarih olarak bilinmektedir. Koçgiri’ de başlayan ilk olay; askeri başlangıç Temmuz 1920’ de Mısto adındaki bir aşiret reisinin komutasındaki Zara’nın Çulfa Ali Karakolu’na baskın düzenlenmesiyle başlamıştır. Ağustos 1920’de ise Refahiye Kürt kuvvetleri tarafından alınarak fiilen yönetime el konulmuş ve hükümet konağına Kürt bayrağı çekilmiştir. Hozat toplantısı ve Ankara hükümetine hitaben yazılmış olan Kürt muhtırası bu olaylardan sonradır ve ilk diplomatik/siyasal Kürt isteklerinin resmi anlamda açıklanmasıdır. Resmi kaynaklar olayın fiili/askeri başlangıç tarihini 1 Ekim 1920 Cuma günü olarak almaktadır. Alişer Bey’in Kemah’ın köylerine düzenlediği baskınlarla Koçgiri olayı başlamış sayılır. 15 Kasım 1920 muhtırası resmi kaynaklara “İsyan”, Kürt kaynaklarına göre -tümünün değil- “ayak1anma”nın resmi/politik Kürt taleplerinin düzenlendiği. metin olarak Hozat toplantısında kararlaştırılmıştır. Bu yazı resmi bir merciye iletilmiş muhtıra olarak düzenlenmişti.
1-      Kürdistan Muhtariyet İdaresine muvafakat eden İstanbul Saltanat hükümetinin bu baptaki kararını Mustafa Kemal hükümeti’nin de kabul edip etmediğinin açıklanması;
2-      Kürdistan Muhtariyet İdaresi hakkında Mustafa Kemal hükümetinin görüş noktasının ne noktada olduğu hususunda aşair rüyesasına acele cevap verilmesi;
3-      Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan mıntıkaları hapishanelerinde tutuklu bulunan bütün Kürtlerin derhal serbest bırakılmaları;
4-      Kürt çoğunluğu bulunan mıntıkalardan Türk memurların çekilmeleri;
5-      Koçgiri mıntıkasına gönderildiği haber alınan müfrezelerin derhal çekilmeleri.
Baytar Nuri’nin babası İbrahim Ağa tarafından kaleme alındığı bilinen bu muhtıra Abbasan aşireti reisi Meço ağa tarafından Dersim mutasarrıfı Rıza Bey’e verilmiştir. Meço Ağa bilindiği gibi I. TBMM’ne mebus olarak M. Kemal tarafından alınan bir Kürt milletvekilidir. Meço Ağa tarafından Dersim mutasarrıfı aracılığıyla Ankara hükümetine gönderilmiş olan bu metin hemen etkisini göstermiştir. Ankara’nın isteği üzerine Dersim’e bir nasihat heyeti gönderilmiştir. Nasihat Heyeti’nin “itidali muhafaza” da fazla etkili olamadığı anlaşılıyor. Özellikle aşiret reisleri heyeti inandırıcı bulmamışlardır. Bunun üzerine Elazığ vilayeti aracılığıyla Ankara hükümetine bir telgraf çekmişlerdir. 25 Kasım 1936/1920 tarihi düşülen bu telgraf metni Koçgiri’nin önemli ikinci diplomatik/siyasal içeriğini vermektedir. Metin aynen şöyle düzenlenmişti:

“Elazığ vilayeti vasıtasıyla,
Ankara Büyük Millet Meclisi Riyaseti’ne Sevr Muahedesi Mucibince Diyarbekir, Elaziz, Van ve Bitlis Vilayetlerinde müstakil bir Kürdistan teşekkül etmesi lazım geliyor. Binaenaleyh bu teşkil etmelidir. Aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle almaya mecbur kalacağımızı beyan eyleriz.
25 Teşrini sani 1336”
Garbi Dersim Aşair Rüeasası”

Koçgiri olayının Türk meclisine yansıtılan üçüncü önemli diplomatik/siyasal metni, 7 Kürt aşiret mensubunun TBMM’ne başvuru metnidir. TİH, Esengin’e göre 8 Nisan Cuma, Koçgiri Halk Hareketi kitabına göre II Mart 1337/1921 tarihli telgraf aynen şöyle yazılmıştı:
“Ankara Büyük Millet Meclisi Riyasetine,
Nefsi Zara hariç olmak üzere ekseriyet azimesi Kürtlerle meskün olan koçgiri kazası ile Divriği, Refahiye, Kuruçay ve Kemah kazalarının mümtaz bir vilayet haline ifrağı ve teşkili ile yerli Kürtlerden bir valinin tayininin; memuru adliye ve mülkiyenin gene vazifesi başında kalmasını arz ederiz.

Koçgiri Aşireti Reisi, Muhamet ve Taki:
Sadattan Alişer;
Dersim Aşiretleri Reislerinden:
Musafa, Seyithan, Muhamet Munzur.,
Komal’ın kitabında bu telgrafın Mec1is-i Mebusan’a gönderildiği yazılmıştır; oysa aynı kitapta yeralan telgraf metnin başında Ankara TBMM Riyaseti ibaresi yazılıdır. Mec1is-i Mebusan İstanbul’dadır ve konuyla ilgili başvuru yeri olarak görülmüyor.
Burada, yeri gelmişken bir konuya da değinmem gerekiyor. Rahmi Apak ve Esengin kitaplarında verdikleri telgraf metninde şu sözlerin yeraldığından sözetmektedirler. “Eğer mesele böylece kapatılamazsa, bütün Dersim’den maada Erzincan, Van, Diyarbakır ve Erzurum’a kadar ayaklanma yayılacaktır ve iki müslüman millet arasında kan dökülecek, müslüman düşmanlarının yüzü gülecektir.” Burada Öne çıkan söylem, bugün de, aradan geçen bunca zamana rağmen Kürtler tarafından sürdürülmektedir. Kan dökülmemesi, kanın durdurulması ve savaşın sona erdirilmesi Kürtlerin istemleri olarak devam ettirilmektedir. Ayrıca; savaşın durmaması ve isteklerin kabul görmemesi durumunda Kürtlerin yollarına devam edecekleri kararı da bugüne kadar süregelmiş kararlılıkları olarak anlaşılabilir. Telgraf metninde “ayaklanma” sözcüğü kullanılmış. Telgraf metninin TİH kitabına bu sözcük kullanılarak alındığı kuvvetle muhtemeldir. Metnin orijinalini görme imkanım olmadığı için kullanılan “ayaklanma” sözcüğüne ihtiyatla yaklaşmak durumundayım. Esengin de “ayaklanma” kavramını kullanmış.
Ankara hükümeti bu telgraf üzerine 13 Mart 1925’de tam yetkiyle Merkez Ordusu’nu görevlendirir ve mevzii seferberlik ilanı kararı alınır. Sivas, Erzincan ve Elazığ’da Sıkıyönetim ilan edilir. Ankara Kürtlerin isteklerini bu önlemleri alarak reddetmiştir. Bu siyasal tavır da devletin geleneksel siyasal, Kürt toplumuna uyguladığı tavır olarak süreklilik kazanmıştır. Özetle; 1921 Koçgiri’ de somutlaşan siyasal/politik/etnik tavırlarda bugünde köklü bir değişiklik yok.

III

Koçgiri hareketi I. TBMM’de hemen yankı uyandırmış ve meclis oturumlarında olay üzerine hareketli tartışmalar yapılmıştır. Önce, Koçgiri olayının kavranmasına hizmet etmesi bakımından, Koçgiri günlerine ait olduğu bilinen, ancak tarihi tam olarak bulunmayan bir arşiv belgesini vermek gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı Arşivinde yer no: 61, Dos. No: 15, Vesika No: 9045 notlarıyla bulunan 13 Aralık 1993 tarihli Aydınlık’ta Türkçe’ye çevrilerek yayınlanmış olan metin oldukça önemli bir belge sayılır. Bu bir bildiridir ve Kürt Hükümeti Muvakkatisi imzasıyla dağıtıldığı anlaşılmaktadır. Bildirinin basında çıkıp çıkmadığına dair bir bilgi edinemedim. Ancak, bildirinin dağıtıldığı ve Ankara hükümetinin görevlilerince ele geçirilmiş olduğu söylenebilir. Bildirinin dağıtılmasında İstanbul’daki Saray hükümetinin etkisi sözkonusu mu, bunun da açığa çıkarılması konusunda bilgiler elimizde bulunmuyor. Bildiri aynen şöyle düzenlenmiş:
“Necip Kürd Milleti’ne,
Ey Kürdier! Allahın emri ve peygamberin kavliyle, asırlardan beri esaret altında inleyen Kürd milletinin kurtuluşunun başlangıcı ve bağımsız Kürd devletinin esası olan Kürd hükümet-i Muvakkatisinin (Geçiçi Kürd Hükümeti) teşekkülünü vatandaşlara duyurmaktan onur duyarız.
Vatandaşlar! Bütün Kürdistan dahilinde Ulusal hareketin gelişmesiyle hükümetimizin kesin kuruluşu hakkında yapılacak muazzam teşebbüsün gerçekleşme zamanı pek yakındır. Ancak, bu teşebbüs, bütün vatandaşların ayrı ayrı yardımı olmadıkça gerçekleşemez. Her Kürd, vatanı için bu emre büyük küçük birer görev ile yükümlüdür. Bunu ihmal edenleri tarih lanetliyecektir. Allah korusun, bu fırsatı kaçıracak olursak, yarınki neslin huzurunda suçlu durumda kalacağız. Çünkü bu büyük fırsat bir daha ele geçmez.
Vatandaşlar! Sizin şimdilik yapacağınız hizmet basit, fakat mühim ve muazzamdır. Siz Mustafa Kemal’e karşı harb eden Yunan Ordusuna karşı bir vaziyet almaktan ve Mustafa Kemal lehine harbe katılmaktan tamamen çekilmelisiniz. Çünkü Mustafa Kemal de harb eden Yunanlılar’ın Kürdlere karşı hiç bir düşmanlıkları yoktur. Ve olamaz. Aksine Sultan’a kar,fl ayaklanmaya cüret eden Musta.fa KemaL, Müslümanların Halifesi  Hazretleri tarafından Kürdlere bahs olunan özerklik ve bağımsızlığı gasp etmektedir. Bundan vazgeçersek, Mustafa Kemal’in istiklal ve daha doğrusu Engizisyon mahkemelerinin idam ettiği kürdlerin miktarı binleri çoktan aşmıştır.
Vatandaşlar! Halife asisi Mustafa Kemal’i imha ve Kürd hükümetinin kuruluşunu kolaylaştırmak üzere, cümleniz, bulunduğunuz yerlerde isyanlar, ihtilaller tertip ediniz. Ta ki, ağırlığı günden güne çoğalan bu esaret gömleğini yırtıp atalım. Çünkü esir olmak, mazlum olmak da, zalim olmak kadar ve belki daha büyük bir cinayettir ki cezası idamdır.
Varandaşlar! Yakında resmen ilân oluncak Kürd hükümeti sancağı altında kucaklaşmak ümidiyle, cümlenizden ve cümlemizden çaba ve gayret bekliyoruz.”
Kürt kaynaklarında ve yabancı yazarların kitaplarında göremediğim bu metin kimler tarafından hazırlanmış, nasıl dağıtılmış bilinmiyor. O günlerde KTC bölgede bu biçimde bir çalışma yürütecek durumda değildi. Kendi içinde sorunları vardı ve Koçgiri hareketiyle organik/örgütsel/önderlik anlamında belirgin bir ilişki geliştirememişti. Bildirinin KTC’den çıkmış olabileceğine ilişkin kaynak gösterilemiyor. Hareketin askeri/politik önderlerinin bildiriyi kaleme alıp, Kürt militanlar tarafından bölgede dağıtılmış olması düşünülebilir ki, bu bir kanıdan öteye gitmiyor. Bildirinin içeriği ve kullanılan kavramlar ayrıca tartışma konusudur.
Koçgiri’nin önemli bir boyutu Ankara’daki Türk meclisine yaşanmıştır. 03/10/1921 tarihli birleşimin ikinci oturumunda olay meclisin gündemine getirilmiştir. Daha çok Nureddin Paşa’nın neden olduğu vurgulanan Koçgiri olayının açık oturumda mı, gizli oturumda mı görüşülmesinin uygun olacağı tartışıldıktan sonra, Nureddin Paşa’ya uygulanması gereken işlem üzerinde de konuşulmuştur. Bu konuşmalar verilmiş olan 107 imzalı bir önerge üzerine geçmiştir. Meclis bu oturumunda olayın gizli celsede görüşülmesine karar verecektir. Önce, TBMM Gizli Celse Zabıtları’nda Koçgiri olayı ve Nureddin Paşa’nın Kürt köylerinde uyguladığı şiddet ve tahribatın meclis çatısı altında yapılan tartışmalarını; özellikle konuya ilişkin sözleri vereceğim. 03.10.1937/1921 tarihli Perşembe günkü Birinci Celse, 85. İçtima’da yapılan tartışmalar üzerinde duracağım. Müzakere Edilen Mevad bölümünde Koçgiri ve Umraniye hadiseleri ve şark vilayetlerindeki ahvali inzitabiye maddesiyle açılan oturumda ilk sözü Erzincan milletvekili Emin Bey almıştır.
“Efendiler celsei hafiyeyi biz istedik. Esbabı da; defalarca görüşmüş ve Ümraniye’den geçmiş bir arkadaşınızım. Ben Koçgiri hadiselerini tamamen takip etmiş bir arkadaşınızım. Oradaki cereyanı ahvali tadat etmek için memleketin gerek hayatı siyasiyesine ve gerekse orduda dahi heyeti umumiye zannedildiği için celsei hafiye talep ettik. Bundan dolayı teklif etmiştim. Çünkü orada öyle bir mezalim icra edilmiştir ki tüyleri ürpertir. Çünkü efendiler memlekette yapılan bütün felaketi mezalim Büyük Millet Meclisi namına yapılmıştır. Bunu izah etmek zannedersem hariçte sui tesir yapar. Celsei hafiye teklifimiz bundan tevellüt etmiştir. Haricin bilmesi lazım gelmez. Hariç bilse de ecnebi devletlerinin bilmesi lazım gelmez.
HÜSEYİN AVNİ BEY (ERZURUM): Büyük Millet Meclisi kendisini tenzih için çalışmalı. Bu gibi mühim mesaili saklamağa lüzum görmüyorum. Bütün dünya bilmelidir ki biz, memleketimize sahibiz. Yoksa bizim seyyiatimiz (suçlar, günahlar) kaydolur. Bir-iki seneden beri bu mezalim samimi gayret ve faaliyetlerimizi sıfıra indirmiştir. Bilelim ki, verdiğimiz selahiyeti, suistimal edenler vardır. Böyle mezalim kalmamalı, herşey bilinmelidir (gürültüler) aleni olmasına taraftarım.  
Bolu milletvekili Tunalı Hilmi Bey, celsenin kapalı olarak sürmesini, tartışmaların “hafi celsede yapılması” istemiştir. Aleni celsede bunların tartışılamayacağını ileri sürmüştür. Erzincan milletvekili Fevzi Efendi de gizli celseden yanadır. Fevzi Bey, İstanbul’daki müfsitlere (fesatlara) sermaye verilmiş olacağı bu buhranlı zamanda aleni celseyi katiyen kabul edemeyeceğini söylemiştir. Sinop milletvekili Hakkı Hami Bey, söz alarak celsenin gizli yapılmasına 1üzum görmüyorum demiş ve sözleri arasında “Vaka vardır. İka edenler vardır. Bizce meçhuldür. Fenalık olmuştur” cümleleri yer almıştır. Daha sonra Erzurum milletvekili Mustafa Durak Bey söz almıştır:
“E.fendim, bizim celsei hafiyemizin tarihe karışacağından emin değilim. Bütün âleme ilân etmelidir ki, biz sizinle alakadarız. Memurlar da duymalı, herkes de duymalıdır. Celsei hafiye bir memlekette ecnebiye karşı siyasette yapılır. Memleketimizde yapılan mezalimi âleme karşı ilan etmeliyiz. Herkes duymalı. İmzalı bir takririmiz vardır. Bugün vereceğiz. Mesele gayet mühimdir. Bütün dünya görmelidir. Herkes duymalıdır. Çünkü efendiler, memlekette yapılan bütün felaket, bütün mezalim, bütün seyyiat (bunların milletten saklanmasından doğmaktadır.) Biz celseyi âlenide yapmak istiyoruz. (Alkışlar)
Hüseyin Avni (Ulaş) Bey: Koçgiri’de zulüm yapıldığını söyler ve celsenin âleni olmasında ısrar eder:
“Bu zulüm her tarafta işitilmiştir. Avrupa da işitilmiş, bütün safahatına vakıftır. Bütün kudretimizi göstermek üzere aleni yapalım. Meclis vardır. Bir adam vazifesini suistimal etmiş, cezasını görsün. Selahiyetle tecziye etmiş, mesul olmuş. Burada bir millet olduğunu gösterelim. Burada diktatörlük yoktur.”
TUNALI HİLMİ BEY (BOLU): Arkadaşlar, memleketi kurtarmaktan bahsedelim. Evvelâ memleketi kurtaracağız.
MUST AFA DURAK BEY (Erzurum): Memleket adaletle kurtulur.
Yapılan konuşmaların yeterli olduğuna ve celsenin gizli yapılmasına karar verilmiş ve görüşmeler sürdürülmüştür. Dersim milletvekili söz alarak önce Kürtlerin geçmişinden, islamla olan ilişkilerinden sözetmiştir. Kürtlerle Türklerin ayrılamayacakları üzerinde durmuştur:
“Sonra görüyorsunuz, Fransız ve İngilizler bir takım tezvirler yapıyorlar. Kürdistan’a bir şekil vermelidir, böyle olmalıdır diyorlar. Bunlar sırf Kürtleri Türklerden ayırmak, ikisini de boğmaktır. Başka bir fikir değildir. Bugün Kürt Türkten ayrılsa pek fena olur. Bilmiyorum beyefendi başka Kürtleri bilmem, fakat Dersim’in vaziyeti böyledir.”
Dersim milletvekili Hasan Hayri Bey’in 04.10.1921 tarihli ikinci celsede yapılan tartışmalarda Koçgiri olaylarının Alişer tarafından başlatıldığını söylemesi önemli sözlerdir. Bu sözleri önemli kılan Hasan Hayri’nin kimliğidir. Hasan Hayri bilindiği gibi Kürt tarih yazımında “büyük şehit” olarak anılmaktadır. O’nun siyasal konumu ve Kürtlük çalışmaları içindeki davranışları henüz bütünsel/objektif olarak anlaşılamamıştır. 1925’te, katıldığı Kürt ayaklanması nedeniyle asılmış olması Hasan Hayri’nin eyleminin ayrıntılarla verilebilmesini büyük ölçüde önleyici ve haklılığına katılımı yaygınlaştıran etken olduğu kanısındayım. Oysa Hasan Hayri’nin siyasal eyleminde ve Kürtlük çalışmalarında belirgin ve ilkesel bir tutum görmüyoruz. Koçgiri günlerindeki tutumu buna örnektir. Meclis konuşmaları da Hayri Bey’in siyasal özelliğini yansıtır içeriktedir. Sözlerinin sonu aynen şeyledir:
“Fakat bir an şarktaki orada bir memur var, onunla Koçgiriliyi asacak mısınız? Sonra üç, dört yüz kişi hapishanelerde yatıyor. Bunlardan masumlar çok vardır. Asıl âsiler dağlarda Alişer denilen herifle beraberdiler. Binaealeyh heyet buradan gidinceye kadar af kararının ilanını rica ederim. Bilâkaydüşart olmak üzere.”
TBMM’nin Koçgiri ve Umraniye hadiseleri üzerine yaptığı tartışmaların önemli oturumlarından biri 05.10.1921 tarihli birinci oturumdur. Çarşamba günü yapılan bu oturumda Kürt köylerinin “yakılıp yıkıldığı” milletvekilleri tarafından dile
getirilmiştir. Konya mebusu Vehbi Efendi’nin söyledikleri şöyledir:
“Efendim mevzuu müzakere olan Koçgiri meselesi, hükümetin zaafından bilistifade beş-on çapulcu isyan ermiştir. Şimdi kaç köy basılmış ve o köyleri yağma etmiş sonra hükümetçe tedibi lâzım gelen o dört köy yerine yetmiş-seksen köy mahv ve perişan olmuş… (Yanıış sesleri… ) Ben biraz fazla, noksan söylüyorum, sen onu düzelt. Şimdi efendiler burada bir mesele var. Hükümet ekser zamanlarda zebunkeşlik (acizlik, kendinden büyüğe gücü yetme) eder, cezası lâzım gelenleri tutamayınca sen bu köye yakınsın, sen de bu köyden su içmişsin, sen de bu tarladan geçmişsin diyerek eline geçeni tecziye etmek hükümetin tedibi lâzım gelir. Fakat cinayet edenlere karşı cinayet etmiyenleri muhafaza hükümetin vazifesi iken, bilâkis önüne geçeni her kim ise yakmış, yıkmış, mahvetmiş der.”
(… )
MUSTAFA BEY (Dersim): (‘‘‘) Koçgiri ahalisi bu ana kadar hükümete burada bulunan o civar mebusu arkadaşlar bilirler, bugün mahiye vergisini, verir, tekâlifini verir, yalnız Koçgiri değil, orada daha Türk’ün en ileri hanedanı diğer hanedanlara da fenalık olmuştur. Kuruçay civarında Türkler de vardır. Müftü efendi de söylesin, bir Türk köyüne nizamiye zabitanı gitmiş, hani ya buradaki halı, kilim demişler? İki kişi bulmuşlar vurdurmuşlardır. Bir kaç kişi çıkmış arkadaşı yatarken görüyorlar. Hani halılar, kilimler diye tazyik ediyor, ahali de aman bizi öldürürsünüz diye derededir, derler .. (“‘) Öyle ya yazık değil mi bu millete? İcabederse bendeniz giderim, gösteririm bunlara karşı. (‘)
Bu adamlar diyorlar ki bir heyet gelsin, heyet gelmeden umum milletin kalbinde, müftü efendinin buyurdukları gibi, kadınların ırzına geçilmiş, herifin oğlu öldürülmüş, karısının ırzına geçilmiş, beş yaşındaki kızının ırzına geçilmek için kesilmiştir. Söylesin müftü efendi, verilen vesikayı gidiniz görünüz, kulağı kesilmiş fenalık yapılmıştır. (“‘) Allah aşkına bu Topal Osman’ın yaptığı fenalık ne haldir.”
TBMM’nin 29.10.1921 tarihli ikinci oturumunda Merkez Ordu Kumandanı Nurettin Paşa hakkında Lazistan mebusu Ziya Hurşid Bey’in Dahiliye vekilinden istihzah takriri görüşülmüştür. Ziya Bey söz almış ve Nurettin Paşa’nın Koçgiri’de yaptıklarını anlatmıştır:
“Efendim geçen sene Merkez Ordusu Kumandanlığı ihdas edildi. Nureddin Paşa bu mıntıkaya kumandan olarak tayin edildi. Bu tayinin akabinde Umraniye, Koçgiri hadisesi oldu. Birçok müslüman köyleri yandı. Bu yüzden sade Sivas vilayetinde pek çok müslüman köyleri yandı, yıkıldı. Ve Nureddin Pasa bu faaliyetini sahile doğru teşmile kalkıştı. Benim anladığıma göre buralarda yakmaya kastetmiştir”
Erzincan milletvekili Emin Bey’in daha önceki oturumda kürsüden Nurettin Paşa için söyledikleri Koçgiri’de Kürtlerin karşı karşıya bırakıldıkları şiddetin boyutlarını göstermektedir:
“Nurettin Paşa’nın kendi deyip’ ile, hükümetin önerilerini daha genişleteceğim diye tuttuğunu öldürmeye, ırzına geçmeye, namuslara saldırmaya kalkıyor. Rica ederim, hanginiz bu facia karşısında sabredebilirsiniz?
Buna üç yaşındaki çocuclar bile tahammül edemezler. Ve böyle bir şeye maruz kaldığımızda, rica ederim, nasıl karşınıza çıkanlara kurşun atmazsınız? Bu suretle bes milyon, onsekiz milyon liralık servet mahvolmuştur. Bu paralar tamamıyla gitmiştir. Ben kanıtlamaya hazırım. Otuz bin hayvanı Osman Paşa götürmüştür. (“”) Refahiye’de bir arkadaşım vardır, onu tanık olarak söylüyorum. (“’) Bir Türk servetine gözdikilerek karısı cebren alınmış ve alevisin diyerek herifin malvarlığı yağma edildikten sonra öldürülmüştür.
Efendiler dünyanın hangi yerinde böyle bir hareket görülmüştür ki, babasının bir evladının elinde ip, diğer elinde bir ip olarak çektirilerek tam altı saat içinde bu surette acımasızca öldürülmüştür? (“’ )
Nurettin Paşa’nın emri ile buraya gelen sorumsuz Osman Ağa kuvvetleridir. Elbette Nurettin Paşa’ya uyarı gitmiştir. Sonuç olarak, bu gibi olaylara meydan vermeyiniz denmiştir.(“’)
Bu Umraniye (İmranlı)’de meydana gelen ve terbiye etmek denilen bu şeyin Afrika barbarlarının bile kabul etmeyeceği bir derecede olduğunu görünce Dersimliler korkmuslar. İşte örneği budur demişler.”
Nurettin Paşa’nın Koçgiri’de uyguladığı Kürt imhası Meclis’te oldukça şiddetli tartışmalara konu olmakla birlikte paşa tümüyle gözden çıkarılmamıştır. Nurettin Paşa’nın ordudan atılması veya görevden alınmasını M. Kemal pek uygun görmemektedir:
“…Nurettin Pasa’nın yasa dışı eylem ve davranışlarına gelince… Ben bunları incelettim. Bu incelemelerden bazı sonuçlar da çıkardım. Nurettin Paşa’nın değiştirilmesi kanısı doğmamıştır. Konunun, aynı zamanda, Genelkurmay Başkanınca da sözünün edilmesi üzerine bir görüş ayrılığı ortaya çıktı”
M. Kemal’in bu dönemde Nurettin Paşa’ya sahip çıkması devletin “kürt siyaseti’nin özelliği nedeniyledir. Devlet Koçgiri‘nin şiddetle ezilmesinin önlemlerini almıştır. Ankara hükümetinin 1925’deki Kürt politikası “ezerek çözme” dir. 29 Ekim 1921 tarihli meclis oturumunda Ziya Hurşit’in sözleri Kürt sorununda asıl söz sahibi olan tarafın ordu olduğu görülmektedir.
“Demek ki bu adam, TBMM’nin üzerindedir. Ve kendisi orada bir aile hükümeti kurmuştur. Damadı Kurmay Başkanı, bir kardeşi Tokat mutasarrıfıdır. Bütün bunlarla memlekette bir eşkiyalık faslı başlamıştır. (“’) Nurettin Paşa, bu olağanüstü yetkileri kimden almıştır? Ordu komutanı olarak en ince ayrıntıya müdahale eder. Savcısıyla, komiseri ile uğraşır. TBMM bu adamı görevinden almalıdır. Ricam budur, bir dakika bile gecikmemesi gerekir.”
Görüşmeler soncunda meclis soruşturma kurulu Nurettin Paşa’nın görevinden alınmasına karar vermiştir. M. Kemal bu kararı biraz ağır bulmuştur. Nurettin Paşa yalnızca görevinden alınacak ve Ankara’ya çağrılarak yargılanacaktı. 17 Ocak 1923 günkü meclis oturumunda Nurettin Paşa’nın savunması okunur. Ancak Olay sonuçta kapanır, Nurettin Paşa’nın ordu komutanlığı görevinden alınmasıyla yetinilir. M. Kemal’in tavrı burada belirleyici olmuştur. Nutuk’ta bu tavrını açık biçimde anlatmaktadır:
“Ben Nurettin Paşa’ya uygulanmak istenen işlemi kabul etmedim. Feyzi Paşa hasretleri de benim görüşüme katıldı. İkimizle Bakanlar kurulu arasında çıkan anlaşmazlık, Meclis’çe bir çözüme bağlandı. Meclis’te Nurettin Paşa’yı savundum. Kendisi için ağır bir işlem yapılmasını önledim.”
Koçgiri günlerinde Kürtlerin köylerini imha ettiren, onlarca köyün boşaltılması, binlerce baş hayvanın telef edilmesi; Kürt köylülerinin öldürülmelerini sağlayan Nurettin Paşa’ya yapılacak ağır bir işlemi önlediğini söyleyen M. Kemal, bir dönem sonra, kurduğu partinin adayına karşı aday olduğunda bu kez onu “gerici’’likle itham ederek meclise gelmesini önlemek istemiştir. 29 Mart 1921 tarihli Sivas Valisi Cemal Bey’in şifre yazısı ve ordunun beyannamesi Koçgiri günlerinde ordu, bürokrasi, hükümet’in Kürtlere karşı tavrının “ezerek çözme” olduğunu göstermektedir. M. Kemalin Nurettin Paşa’yı bu günlerde koruması bu politikanın gösterilmesidir:
“…Garp Cephesinin aldığı durum devleti şu gaileden kurtarmak ve mümkün mertebe işin içinden çıkmayı gerektirmektedir.
(“’)
Mazallah hele bir başarısızlık vahim neticeler doğurur. Madem ki şimdi kendileri sığınma, af ve aman talep ediyorlar, bir genel af ilânı suretiyle cemiyetlerini dağıtmak ve bilahare serkeşlik edenlerin tek tek icabına bakmak, memleketin büyük menfaatlarına uygun olacağı kanaatindeyim.”
Nurettin Paşa’yı koruyan M. Kemal, meclis konuşmasında Kürt köylerine uygulanan baskıların, ev yıkmaların gerçek olduğunu da bilmektedir; meclis konuşmasında şöyle diyor:
“Müsaade buyurun. Şimdi efendiler, tenkidat-ı (“ ‘) Şarkta hakikaten evlerde bazı taharriyyat olmuştur. (taharriyyât: aramalar, aratmalar) ve buyurdukları gibi şeyler olmuştur. Ben bundan haberdar oldum. (“’) Bu adam gayet muhtar hareket etti. Biz buna itiraz ettik. Bu adam illâ benim dediğim olacak derse, o vakit
prenslik iddiasında bulunmuş olur.
Şimdi bu, bir meseledir. Hatadır, vaki olmuştur, mafevki tarafından da menolunmuştur. Heveskar olduğuna hükmolunamaz.”
Nurettin Paşa “Türkiyede Zo diyenleri temizledik. Lo diyenlerin de köklerini ben temizleyeceğim” demişti. General Abdullah Alpdoğan’ın kayınbabası olan bu üst düzeyordu mensubu daha sonraki dönemde M. Kemal’le de karşı karşıya gelecekti. M. Kemal’in Koçgiri döneminde kendisini meclise karşı korumuş olması bu yol ayrımını önleyemiyecekti. Koçgiri’de uyguladığı şiddet önlemleri 1921 ‘de M. Kemal’in reddettiği şiddet olmamıştı. Nutuk’ta Koçgiri’den şöyle sözetmektedir:
“… 1919 senesi içinde teşebbüsat-ı milliyemiz aleyhine başlayan dahili isyanlar süratle memleketin her tarafına sirayet eti!: (‘‘‘) Ümraniye, Refahiye, Zara, Hafik (‘‘‘) havalisinde alevlenen suriş (kargaşalık) ateşleri bütün memleketi yakıyor, hiyanet, cehalet, kin ve taassup dumanları bütün vatan semasını kesif karanlıklar içinde bırakıyor. “
(“‘)
“ … 1921 senesi bidayetinde de Koçgiri aşiret rüesasından Haydar Bey, İstanbul’da Seyit Abdülkadir’den aldığı talimat üzerine Alişan ve akrabasından Naki Alişer vesaire ile hareketi isyaniyeye başlamışlardı.”
M. Kemal’in bu günlerde Nurettin Paşa’yı meclise karşı korumuş olması yeterli görülmemektedir. Özellikle Kürdistan milletvekillerinin tutumu ve bir genel af isteklerinin belli oranda gerçekleşmiş olması hiç bir biçimde kabul görmemesi gereken bir öneri olarak anılmaktadır. Genelkurmay Harp Tarihi’nin yayını ve aynı cümleleri kullanmış olan Kenan Esengi’nin kitabı bu tepkiyi dile getiren iki resmi kaynaktır. Kenan Esengin bu konuda M. Kemal’in de zaaf içine düştüğünü söylemektedir. Nurettin Paşa, Koçgiri’deki olayların şiddetle bastırılması üzerine sonraki dönemde alınması gerekli idari ve politik önlemlerin neler olabileceği konusunda hükümete önerilerde bulunmuştur. Merkez Ordusu Kumandanı Nurettin Paşa’nın önerileri şunlardı:
“Bu olaylardan ders alınmasını, felâketlerin, hıyanetlerin tekrarlanmaması için bölgede daha esaslı ve ciddi bir operasyon yapılmasını Genel Kurmaya teklif etti. Nurettin Paşa asi köylerini dağıtmak, bunları Anadolu’nun başka bölgelerine yer yer serpiştirmek ve Türklerin arasına yerleştirmek, kendilerine Türk olduklarını aşılamak fikrini savunuyordu.” (alıntı, Esengin: s. 193)
Esengin bu Türkleştirme politikasına “yapılacak doğru hareket bu idi” demektedir:
“Denebilir ki Koçgiri bölgesindeki isyana katılanların hepsi suçlu değillerdi ve Kürtlük ideali ile yaşamıyorlardı; o yöne itilmişlerdi Bununla beraber, o sırada Nurettin Paşa’nın yaptığı teklif uygulanmadığından ve gerekli ciddi tedbirlerin alınmasına engel olunduğundan, 1926 Şeyh Sait ve sonraki Ağrı ayaklanmaları çıkmıştır.”
Esengin, ciddi tedbirlerin alınmasını Kürdistan mebuslarının önlediğini ileri sürmektedir:
“Nurettin Paşa’nın bu fikrine, Büyük Millet Meclisi’ndeki Doğu milletvekilleri şiddetle karşı koydular. Hatta tutulan ve Sivas’a gönderilen âsilerin ve elebaşlarının affı için bir genel affın çıkarılması lehinde propagandaya bile koyuldular. Bunları Koçgiri aşiret başkanlarından farklı düşünmedikleri çok iyi anlaşılıyordu. Siyasi oportine ya da duygu zayıflığı üstün gelmeye başlamıştı.(‘‘‘) Meclisin bu tutumu üzerine, İçişleri Bakanlığı ve Genel Kurmay Bankanlığı, Merkez Ordusu Komutanının fikrini uygun bulmayarak onu vazifedn almak
zorunda kaldılar. Durumu yeniden görüşmek üzere de Büyük Millet Meclisi’nden bir araştırma heyeti bölgeye gitti. Bizce Mustafa Kemal Paşa’nın milli mücadele sahasında gösterdiği en zayıf davranışlardan birisi budur.(“’)
Esengin, Kürdistan milletvekillerinin “Kürdistan devleti kurmak” isteyen Haydar Bey’i affetmek için önerge verdiklerini, bunlar hakkında ne düşünmek gerektiğinin güç olduğunu söylemektedir. I. TBMM’de kaynaklara göre 72 Kürt kökenli mebus bulunmuştur. Kuşkusuz bu mebuslar Koçgiri günlerinde, özellikle Nurettin Paşa’nın şiddetin boyutlarını büyük oranda yükseltmiş olması nedeniyle rahatsızlık duymuşlardır. Özellikle Hüseyin Avni Ulaş, Hasan Hayri ve Durak Bey bu rahatsızlığı dile getiren milletvekilleridir. Lazistan mebusu Ziya Bey de özellikle Nurettin Paşa’nın Samsun bölgesinde yaygınlaştırdığı göçertme ve katliam boyutlarına ulaşan eylemlerinden şiddetle rahatsızlık duymaktadır. Kürt illeri milletvekillerinin mecliste Koçgiri olayları nedeniyle görüşüldü oturumlarda siyasal/ulusal anlamda organize bir grup görünümü vermemişlerdir. Kürt problemi ve Koçgiri olgusunun Koçgiri ile ilgisi konusunda teorik/siyasal söylemleri olmamıştır. Bu milletvekilleri örgütsel/düşünsel bir Kürt politik davranışı
içinde değillerdi. Meço ve Diyap ağalar bu mecliste bulunuyorlardı ve Koçgiri konusunda Ankara’nın tavrına karşı tepkinin içinde yeralmamışlardır. Hasan Hayri, Hüseyin Avni ve Durak Beylerin tutumu ise daha çok Nureddin Paşa’nın kitabında bu konuya ayrıca yer verilmişse de ayrıntılı bilgiler verilememiştir. Meço Ağa için şöyle denilmektedir:
“… Bunun gibi meşhur Hozat muhtırasını Dersim mutasarrıfına verince, «bu muhtıraya 24 saat zarfında cevap getirmezsen gözlerini oyarım» diyen Meço Ağa, Koçgiri tenkilini muvafık gören Birinci Meclisin üyeleri arasında “Kürdistan mebusu” olarak yer alacaktır.”

Hasan Hayri Bey(Dersim Milletvekili)
Koçgir,   Nurettin Paşa olayının meclis oturumları görüşmeleri incelendiğinde; Kürdistan milletvekillerinin belirgin biçimde ve organize tarzda hareket etmedikleri görülecektir. Görülebilir biçimde Nurettin Paşa’nın yaptıklarından rahatsızdırlar. Bir ‘genel affın daha uygun olacağı ve olayların yaygınlaşmasını
önleyeceği kanısındadırlar. Bir Kürt proğramına sahip nitelikleri yoktur. Çoğu da sessiz kalmışlardır. Ancak sonuçta “Koçgiri tenkili”ne onay vermişlerdir. Nurettin Paşa’nın davranışları nedeniyle görevinden alınmasına da olumlu yaklaşmışlardır.
Koçgiri çalışmasında Kürdistan milletvekillerinin konumundan sözedilmektedir:
“Mustafa Kemal, ön çalışmalarını Ankara’da bir heyeti toplamakla geliştirirken, Koçgiri de milli bir hareket için gerekli örgütlenmeler devam etmektedir. Ankara, Koçgiri ve Dersim illerigelenlerinin meclise girmeleri taraftarıdır. Bu nedenle Alişan Bey’in de gelmesi istenir. Ancak Alişan bu isteği reddeder. Meço Ağa, Diyap Ağa, Mustafa Bey, Ahmet Ramiz, Hasan Hayri ilk Dersim mebusları olarak Ankara’ya giderler. (“’) Oysa aynı günlerde 72 Kürt mebus Ankara Hükümeti ile beraber olduklarını itilâf Devletleri’ne bildirmişlerdi.”
Hasan Hayri 72 Kürdistan mebusu arasında, Koçgiri meclis oturumunda en uzun ve hararetli konuşmayı yapan Kürt mebus olmuştur. Kürtlerle Türklerin kardeş olduklarını ve hiçbir suretle bu iki kardeş kavmin birbirlerinden ayrılmayacakları Hasan Hayri’nin konuşmasının esas düşüncesiydi. Koçgiri çalışmasının dipnotunda, bu dönem Türk meclisine katılmış olan ve o günkü kavramla “Kürdistan mebus”ları olarak adlandırılan mebusların “çıkarcı görülebilir” liklerine işaret edilmektedir. Bunların büyük bir kısmı Türklerle birlikte ve Kemalist karargahın yönetiminde hareketin doğruluğuna inanmışlardır. Ankara’nın bu süreçte kullandığı etnik kimliklere vurgunun bunda ne oranda etki yarattığı
ayrıca tartışma, araştırma konusudur:
“Öte yandan, Ankara Hükümeti, Dersim ve çevresi üzerinde saygınlığı ve etkinliği olan bazı aşiret reislerinin Meclis-i Mebusan’a girmesini sağlar. Meço Ağa’nın, Diyap Ağa’nın meclise girdikleri ve Kürdistan’ın her tarafından da hükümete temsilciler gönderildiği, meclisin Kürtleri de temsil ettiği ve Kürdistan’ın haklarını savunacağı geniş bir propaganda kampanyası içinde yaygınlaştırmaktadır.”

Diyap Ağa ve Atatürk
Meço Ağa Elazığ valisinin, bizzat Pertek’e gelerek Mustafa Kemal adına; “esasen Kürtlerin isteklerinin kabul edilmesinin mahzurlu görülmediğinin” anlaşılması ve ikna olması üzerine Elazığ’a oradan da Ankara’ya gidecekti. Diyap Ağa’da aynı yolu izleyecekti. Ankara Askerlik Şubesi başkanlarından Dersimli Mustafa, Dersim’in Karabal aşiretinden kolağasılıktan emekli Kango oğlu Ahmet Ramiz, binbaşı Hasan Hayri Dersim mebusları olarak 1. TBMM’ne gireceklerdi. Ankara’yı bu dönemde mebus olmama yönünde “red edebilen” Alişan Bey’dir. Ankara, Alişan’ın Sivas mebusu olarak meclise girmesini veya Sivas’ta yüksek bir görevde çalışmak üzere Dersim’i terketmesini istemiştir. Ancak Alişan bu teklifi kabul etmemiştir. Ankara’nın Dersim’e bir Kürt mutasarrıf atama vaadi de vardı. Dersim mebusları, Seyit Rıza’yı da etkilemek istemişlerdir. Meclise girmelerinin ve Ankara’yı desteklemelerinin asıl amacının Kürdistan’ın haklarını kabul ettirmek olduğunu ısrarla savunmuşlardır. Ancak; Seyit Rıza’nın bu konuda pek ikna edilmediği anlaşılıyor. Seyit Rıza ve bir takım aşiret önde geleninin meclis riyasetine çektikleri telgraf bunu gösteriyor. Telgrafta; meclisteki mebusların Dersim’i temsil etmedikleri yazılıydı. Ankara’daki Kemalist karargah’tan ayrı duran bu telgraf sahiplerinin isteği:
a)  Dersim’ in müstakil bir idareye kavuşturulması,
b)  Milli talebin Ankara Hükümetince kabul edilip, ilan edilmesi,
c)Ancak bundan sonra; Kürdistan’ın bir konfedarasyon biçiminde hükümetle işbirliğine gidebileceği’ dir.
Ankara’daki BMM’ne katılan Kürt milletvekillerinden çoğunluk bu Kürt taleplerinden ayrı düşmüş sayılmaktadır. Koçgiri çalışması bu milletvekillerin Koçgiri tedipini uygun gördüklerini söylemektedir:
“Kürt mebuslarının çoğunluğu hayatlarından memnundurlar. Ve ordunun tenkil harekâtını görmektedirler. Ordunun gayri insani metodlarla savaşı sürdürdüğünü ve Topal Osman çetesinin vahşetini: meclise getiren tek isim Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Bey’dir. Hüseyin Avni Bey’i destekleyen birkaç mebus arasında Hasan Hayri de vardır.”
Alevi-bektaşi kaynaklı kitaplarda I. TBMM’ne Dersim’den mebus olarak M. Kemal tarafından alınan mebusların alevi oldukları üzerinde durulmaktadır. Bunların Kürtlüklerine ilişkin herhangi bir kanı dahi söylenmemektedir. Alevilerle ilgili çalışmalarıyla öne kavuşan Cemal Şener bunların başında gelmektedir. Cemal Şener, Dersim’den meclise çağırılmış olan mebuslar için “büyük bir sosyal olay” demektedir.
“ … Çeşitli Alevi yörelerden bir dizi Alevi-Bektaşi, ileri geleni Meclis’e milletvekili olarak çağrılmıştır. Bu olay Anadolu’daki Alevilik tarihinde ilk defa görülen sosyal bir olaydır. (“’) Şimdi devletin en yüksek karar organında görev vermek üzere çağırıyordu. Bu büyük bir sosyal-toplumsal değişimdi.”

Alişer Efendi
Alevi yazarlar Koçgiri’ de “etnik içerik” görmektedirler. Hatta, daha da uç söylemlere yönelen alevi yazarlarından bazıları Koçgiri hareketinin Türklüğe karşı olduğunu ileri sürmektedirler. Bunlara göre Koçgiri hareketine Alevi-Bektaşi’ler destek olmamışlardır. Aleviler, bu kesim yazarlarına göre M. Kemal’in eyleminin yanında yer almışlardır. TBMM’ndeki Dersim mebusları da bu tavrın temsilcileri olarak görülmektedir. Bu dönem Dersim mebusları için en açık ifadeler kullanan, hareketin içinde yeralmış hatıra sahibi Dr. Nuri Dersim’dir. Dersimi, Sivas-Koçgiri Alevi Kürt aşiretlerinin Dersim aşiretleriyle münasebetlerini tesis etmek ve bu
suretle teşkilat yapmak üzere Sivas mıntıkasına gönderilmiştir; bu konumu nedeniyle hatıraları birinci tanıklık olarak önemlidir. Bu görev kendi ifadesine göre KTC tarafından uygun görülmüştür. Dersimi, bu günlerde yaşadığı ve Kürt milletvekillerinin seçimiyle ilgili bir anısını anlatmaktadır. Bu anı, i. TBMM’ne katılan ve Koçgiri tenkil hareketi oturumlarında Kürt mebusların tavırlarını
anlamamıza yarayan ipuçları vermektedir:
“ … Türkler bir taraftan bu askeri tedbirleri alıyor ve diğer taraftan yalan, hile ve desise yollarını da elden bırakmıyorlardı. Meço ve Diyap ağaların Dersim mebusu olarak tayin edildiklerini, Kürdistan’ın her tarafından Ankara’ya mümessiller geldiğini, hatta esasen Kürdistan isteğini kabülde hiçbir mahzur bulunmadığını, Elaziz valisi, Mustafa Kemal’in adına ilan ediyor ve bu ilanı bizzat Pertek ilçesi merkezine gelerek Dersimli Meço Ağaya bildiriyordu. Mutasarrıf, bu gibi vaadlerle Meço Ağa’yı aldatmış, Pertek’ten Elaziz’e ve oradan da Ankara’ya götürüp Mustafa Kemal ile görüştürmüştü.
Meço’nun bu hareketini gören Diyap Ağa dahi, Ankara’nın kendine gösterdiği mehlaat ve payeye kapılarak, Kürt milli harekatına arkasını çevirmiş ve Mustafa Kemal’in tuzağına düşmüştü.
Mustafa Kemal; Ankara askerlik şubesi başkanı Dersimli Mustafayı, Sivas’ın Aziziye kazasına uzun seneler evvel yerleşmiş olan Dersim’in Karabal aşiretinden kolağasılıktan emekli Kongo Oğlu Ahmet Ramiz’i, Ve binbaşı Kürt Hasan Hayri’yi dahi kandırarak, bunların Dersim Mebusu tayin edildiklerini acele olarak Dersimlilere bildirmiş ve bu suretle Dersim milli harekatını zaafa düşürmeğe muvaffak olmuştu.”

Seyid Riza(1937)
Dersimi, bu günlerde Dersim’in fiilen bağımsız bir konum aldığını ve Seyit Rıza’nın elinde bulunduğunu; Seyit Rıza’nın Ankara ile işbirliği yapan Kürt mebuslarının “menfaatsever kimseler oldukları”nı toplantı ve kongrelerle Kürt kitlelerine anlattığından sözetmektedir. M. Kemal, Dersimi’nin anlatımına başvurduğumuzda, Alişan’ı elde etmek istemiştir. Ancak; bu mümkün olmamıştır. Bura da ilginç olan bir durum, Dersimi’nin kendi konumuyla ilgilidir. “Rüşvetle milli heyecanı köreltmek” amacıyla Dersimi’ye göre M. Kemal’in emriyle kendisine bir çiftlik verilmiş. Üstelik adına tapuya tescili yapılıyor ve iskan müdürü aracılığıyla da tapuya yazdırılıyor:
“Vali Reşit, Mustafa Kemal’e bir telgraf çekerek hem tahliyem ve hem de adıma bir çiftlik tescil olması için teşekkür etmemi ısrar ediyordu. Her iki cihetin Dersimlilere dahi iblağını benden talep etmediği de Vali paşa hazretleri unutmuyorlardı.
Tapu dairesince. Süleymaniye Çiftliğinin namıma tesciline başlanmıştı... “
Kuşkusuz bu “rüşvet’tin Dersimi’yi Kürtlük çabalarından vazgeçirmeyecekti.
Dersimi, hatıralarında, BMM’ne bu “rüşvet” karşılığı giden milletvekillerinin tutumundan da sözetmektedir:
“Bu sırada Ankara Büyük Mdlet Meclisi’nde, merkez ordusunun Koçgiri üzerine hareketi müzakere ediliyor ve Kürdistan mebusu adını taşıyan ve Kürtleri hiçbir suretle temsil etmeyen bir takım dalkavuklar, Mustafa Kemal’e hoş görünmek için, Kürtlerin imhasını hedef tutan bu harekatı, “muvafık” sedalarıyla tasvip ediyorlardı. Bu dalkavuklardan istisna teşkil eden yalnız Erzurum mebusu ve Şadan aşireti aydınlarından Hüseyin Avni olmuştu. Bu zat, Kürtleri imha hedefini güden böyle bir hareketin icrasına itiraz etmek cesaretini göstermişti.”

Nuri Dersimi
Dersimi, hatıralarında I. TBMM’ne katılmış Kürt mebuslar için –tümü kasdedilmiyor- oldukça sert kavramlar kullanmaktadır:
“Asırlardan beri Kürt milletini istismar eden ve Kürt kanını emen tufeyli aşiret reisleri zümresinden olup, bir zaman kızıl sultanlara hizmet eden ve şimdi de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kürsü işgal ederek yine sayyadı bir insafa hizmetten zevk alan alçaklar, Kürt milletinin bu büyük faciası karşısında lakayıt kalıyorlar ve can veren ırkının iniltileri bu sefillerin vicdanında hiç bir tepki yapmıyordu.
Fakat tarih amansız bir hakimdir, o, (“‘) işbirliği yapan soysuzları bizzat (“‘) eliyle cezalandıracaktı. İbret … “


KAYNAKLAR
1- Faik BULUT, Belgelerle Dersim Raporları, İstanbul, Yön Yayınları, 1992
2- Kadri CEMİL PAŞA, Doza Kurdistan, Ankara, ÖZGE Yayınları
3- Dr. Veteriner Nuri DERSiMi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Diyarbakır, Dilan Yayınları, 1992
4- Hatıratım. Ankara, ÖZGE Yayınları 1992
5- Nurettin GÜLMEZ, TBMM Zabıtlarından Doğu ve Güneydoğu Meselesi, İstanbul, Hamle Yayınevi, 1992
6- MA. HASRETYAN, Türkiye’de Kürt Sorunu (1918-1940), Berlin, Weşanên Kurdi, 1995
7- Koçgiri Halk Hareketi. İstanbul, Komal Yayınevi, 1992
8- Robert OLSON, Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Sait İsyanı. Ankara, ÖZGE Yayınları, 1992
9- Hıdır ÖZTÜRK, Tarihimizde Tunceli, Ankara, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1984
10- cemal ŞENER, Atatürk ve Aleviler, İstanbul, Ant Yayınları, 1991 11- TBMM GCZ, 4. cilt
12- Yakın Tarih Ansiklopedisi
13- Türk Meşhurları Ansiklopedisi 14- Aydınlık Arşivi
15- 1. TBMM Albümleri
16- TBMM GCZ (1920-1923) ciltleri

25 Kasım 2011 Cuma

Dersim Katliamı


Dersim katliamının tanıkları belgeselde buluştu. 101 yaşında ölen erin anlattıkları ise o günlerde yaşanan kan dondurucu hikayeyi gün yüzüne çıkardı.  Askerler evleri içindekilerle birlikte gazyağı döküp yakıyordu.

'Dersim Tenkil Harekâtı' katliamın 74. yıldönümü olan 5 Mayıs'ta Bilgi Üniversitesi'nde yönetmenliğini Özgür Fındık'ın yaptığı "Kara Vagon" adlı belgeselde anlatılacak. Star gazetesinin haberine göre, Hasan Saltık arşivinden ilk defa yayınlanan fotoğrafların da yer aldığı belgeselde katliamın biri elden tanıkları konuşuyor. Katliam sırasında asker olan Eskeri Akyol şahit olduğu vahşeti anlatırken o anı tekrar yaşıyormuşçasına "Allah Muhammed'in ümmetini bir daha bu hale düşürmesin !.." diyor.
EVLERİ İÇİNDEKİLERLE BİRLİKTE YAKTIK

İşte katliamın son tanıklarından Eskeri Akyol'un yaşadıklarI...

"Biz Diyarbakır'dan yedi gün, yedi gece yürüyerek gittik Dersim'e. Gittikten sonra bizi Ali Boğazı'na verdiler. Gittiğimizde evler yakılıyordu. Askerler ulaştıkları evleri içindekilerle birlikte gazyağı döküp yakıyorlardı. Komutanımızın adı Ethem Atalay'dı. Elazığlı olduğunu söylüyorlardı. "
"... Kaçanların bir kısmı derelere, mağaralara sığınmışlardı. Daha dirençli olanlar, (Munzur) nehirden karşıya geçiyorlardı. Askerler öyle yetişir yetişmez ateşe veriyorlardı mağaraları. Sonra gittiğimizde/baktığımızda, öyle çoğu yaşlı benim gibi. Getirip üst üste yığıyordu askerler ve üzerlerine gazyağı döküp ateşliyorlardı. Öyle canlı canlı... Kadın, çoluk - çocukları da yakıyorlardı..."
CESET KOKUSU SARDI

"Dersimliler çok öldürüldüler! Kutu deresinden ceset kokusundan durulamıyordu.
İnsanları öldürüp atmışlardı. Öylesine felaket görülmemiştir. Maalesef kötü askerler çoktu. Onlar kadın, çoluk-çocuk ayrımı yapmazlardı. Kadınları götürüp kötülükler yapıyorlardı. Allah, Muhammed'in ümmetini bu hale düşürmesin. Aynı bizim gibi Zazaydılar. Kurmançlar da vardı. Dersim köylülerinden de askerler vardı yanımızda. Biz aynı milletin çocukları idik ve birbirimizle savaşıyorduk.
Askerler evleri yaktığında, kimi kadınlar başlarını pencereden dışarı sarkıttıklarından, ölürken boyunlarında altınları ile öylecene kalıyorlardı. Piranlı Hecık'ın torunu, Husey'nin oğlu Mısfa ile Dersim'de birlikte askerdik. O (Mısfa), onbaşıydı. Biri daha vardı, adı: Hem'ın oğlu Zubey' di, Akrag Köyü'ndendi. Meğer bu ikisi daha önceden tanışıyorlarmış. Baktım bu ikisi benden saklayarak suda bişeyler yıkıyorlar/oğuşturuyorlar.
Dedim:" Ağa o nedir?"
Dedi:" Hopekli bişey yoktur.."
Onlar gittikten sonra bir ara fırsat bulup torbalarına baktığımda, meğer ki altınlarmış. Beşi bir yerde, beşi bir yerde, ortasında da bir nuska vardı. On tane idi. Sonra dedim: "(Mısfa) bu altınları ne yapacaksın?
Dedi:" Götürüp karıma takacağım."
Dedim:" Ne yaparsan yap, ama bunu yapma!.."
Dedi:" Valla takarım." Daha yeni evli idi (...). Sonra da götürüp karısına takmış... Tanık olanlar, yemin ediyorlardı; diyorlardı: "Altınları karısının boyna takar takmaz, karısını bir titreme tutmuş ve ölmüş..." (...)

KÜRT TARİHİ 1

  Bir önceki aydınlanma konulu yazımda Kürt tarihini işleyeceğimi belirtmiştim. Bugün itibariyle dünden bugüne Kürtler, tarihteki rolleri ve kurdukları devletleri konu edinip, elimdeki eserlerden faydalanarak siz değerli okuyuculara –özet- bir kültür hizmeti sunmak istiyorum.   Aynı zamanda sizlerden gelecek yorumlar ve önerilerle konu doğrulusunda bilinmeyenler buraya taşınırsa eğer,   eksiklerimizi tamamlama fırsatını da yakalamış oluruz. Vaktiyle Kürtlerin kökenleriyle ilgili egemen görüş, bunların Kaldeli’lerin akrabaları olduğuna dair bilgilerdi. Marko Polo da aynı kanıdaydı. Ortaçağdaki batı Avrupa bilimi Kürtleri İncil’deki Kaldeli’lerin torunları olarak görmek istiyordu. 19. yüzyılın sonlarına doğru Kürdistan ve Kürtler konusunda araştırmalar başlayınca Kürt tarihi, Lehçeleri ve sosyolojik yapısı ile ilgili ilk somut bilgiler Ön Asya uygarlıklarına ait eserlerin keşfi ile bilim dünyasında sarsıntı yarattı. Kürt sorunuyla ilgili uzmanların eskimiş uydurma görüşlerinin düzeltilmesine çalışıldı. Bu çalışmalar sonucunda Kürtlerin Farslarla akraba ve İrani bir karakter taşıdıkları kabul gördü. Rus bilgini KUNİK, tarihi olgulara dayanarak Ön Asya’nın eski uygar kavimleri ile Kürtlerin tartışma götürmez bağını kanıtlarken, Kürt dilinin İran diliyle ilişkin malzemeleri kullanarak,  yalnız kutsal kitaptaki (İncil) Kaldeli’lerin değil, aynı zamanda bütün küçük Ön Asya uygarlıklarının da İrani /Ari-Aryan kökenli olduğu sonucuna vardı. 

ARYANLAR:

Arkeoloji, tarih ve kültür alanlarında yapılan araştırmalar sonucunda dünyada ilk uygarlık ürünlerinin ana merkezinin ARYAN olduğu,  bu bölgenin Anadolu’nun doğu yarısı, Kuzey Mezopotamya ve Batı İran’ın Zagros dağlık alanlarını kapsadığı belirtilmektedir. Strabon, Zabrowski ve Homel gibi bilginler Hazar Denizi ile Dicle arasındaki dağlık alan toplumlarını ortak özelliği olan; Medler, Haldi (Urartu)ler, Lulubiler, Guti(Kurti)ler, Kassit (Kardunya)ler, Hatti(Hitit)ler, Mitaniler, Hurriler, Muşkiler, Elamlar ve Basra körfezine kadar inen Sumerler olduğunu belirterek, Orta Anadolu’dan Hazar denizine, İskenderun körfezinden Basra körfezine kadar olan coğrafyada yaşayan bu toplulukların Aryan olduklarını söylemektedirler. Rus dilbilimcilerinin lengüistik alanda yaptığı çalışmalar sonucu Aryan’ların dil birliğine sahip olduğu anlaşılırken, Hint Avrupa dilleri ve uygarlığın doğuş merkezinin de burası olduğu tespit edilmiştir. (Milliyet Gazetesi 05.11.1990) Dil bilimci ve tarihçiler, ilk defa koyun, köpek, at gibi hayvanların evcileştirilip yerleşik yaşama geçildiği, toprağın sürülüp sulu tarımın yapılmasıyla beraber tekerleğin icat edildiği, akabinde yazı ve matematikte dört işlemin ortaya çıktığı coğrafyanın Aryan/Mezopotamya olduğu konusunda hem fikirdirler. Başta toplayıcılık ve avcılıkla geçinen Aryan’ların hayvanları ehlileştirip toprağı işleyerek uygarlık sürecini başlattıkları düşünülmekle birlikte, bu kavmin dilindeki coğrafik alanlar ve yerleşkelerin adlarıyla, evcil hayvanlara verilen adların çokluğuna bakarak Hint-Avrupa dilinin ve ilk uygarlık ürünlerinin sahiplerinin Aryanlar olduğu görülmüştür.  Bundan çıkan sonuç: Aryan’ların dil ve uygarlık konusunda öncü olduklarını ve Avrupa insanını şekillendiren eski Yunan düşüncesi ile uygarlığının Aryan kökenli olduğudur.   Büyük İskender’in ordusu geri döndüğünde Mezopotamya’dan 30.000 levazımatçı ve 1000 kâhin/düşünürü beraberinde Makedonya’ya götürmüştür. İki önceki yazımda Cengiz han ve Aksak Timur’un Mezopotamya talanları sonrası Orta Asya’ya geri döndüklerinde zamanın âlimlerini beraberlerinde götürdüklerini vurgulamıştım.  Özellikle Timur’un beraberinde götürdüğü âlimlerle imar ve tarımda bir yenilenme başlattığı bilinmektedir. (Yazının sonraki bölümlerinde Selçuklu ve Osmanlıların da Aryan/Kürtlerden ne kadar faydalandıklarını anlatmaya çalışacağım.) Rus dilbilimcilerin ortaya attığı başka bir gerçek de Türklerin konuştuğu Ural-Altay dil grubuna mensup kavimlerin avcılık ve talancılıkla geçinen topluluklar oldukları ve uygarlık alanına en geç girdikleridir.  Aryanlar istila ettikleri topraklara uygarlık ve sanatlarını da taşıyarak yerli halka sanatı öğretmiştir, ancak Aryan toprakları istila edildiği zaman istilacıların taş taş üstünde bırakmadığı bilinmektedir. Genel kanı, Aryanlar olmasaydı Mezopotamya sanatı, Anadolu uygarlığı, hatta Yunan ve Avrupa uygarlığı olmayacaktı. 2000 yılının “TİME” dergisinin ilk sayısında dünya tarihine 1000 yılda iz bırakanlar konulu çalışmada 1000 ile 2000 yılı arasındaki her 100 yıl bir kişiyi dikkate değer bulunarak değerlendirilmiştir.  1200 yılı Kürd Selahaddin’in insan sevgisi-dehasına ve batının medeniyeti ondan öğrendiğine vurgu yapmaktadır. Aslan yürekli Richard meşhur haçlı seferi sonrasında şöyle der: Kürd Selahattin bize medeniyeti öğretti…” Selahaddin ê Kurdi’nin insani yaklaşımı ve asaleti sadece dindarlığına bağlanamaz. Çünkü din adına yola çıkıp katliamlar yapan pek çok dindar komutan biliriz.  Örneğin: Yavuz Sultan Selim.  Şah İsmail’in ölümüne savaşan askerleri karşısında hayrete düşer ve İdris_i Bitlisi’ye sorar:” Bu askerler niye bu kadar canla başla bize karşı savaşmaktadırlar?” İdris de ona: “Şah İsmail bir hükümdar olduğu kadar aynı zamanda ruhani bir liderdir. Yani bir şeyhtir…” der. Bunun üstüne düşünen Yavuz, hem hükümdar hem de ruhani bir lider olmanın tek yolunun İslam halifelik kurumunu ele geçirmek olduğunu anlar ve Memluklar üstüne yürüyerek kılıç zoruyla halifelik gücünü eline geçirir. Yavuzla ittifak kuran Kürtler her ne kadar özerk yaşamış olsalar da sonrasındaki gelişmeler din adına kullanıldıklarını göstermektedir. Kadim zamanda sanat ve uygarlıklarıyla öncülük yapan bu Kürtler ne yazık ki dindaşlarının zulmü sonucu bugün var-yok olma mücadelesi içinde özgün değerlerine sahip çıkmaya çalışmaktadırlar. Sanatın ortaya çıkış sebebi insanın doğayla olan etkileşimi ve çıkarımıdır. Aryandaki sanat da, toprak ve diğer canlılardan faydalanma yolunda insan yaşamında rol alan yeni aktörlere duyulan saygı ve yüceltme algısını ifade etmektedir. Öte yandan sanat ve uygarlık yaratma gücü olmayan istilacı kavimler,  Aryan sanatının ve uygarlığın kendileri tarafından yaratıldığını iddia ederek ve kendilerine çıkardıkları övünç payı ile sanatın ve uygarlığın esas sahiplerini inkâr etmektedirler.  Bu da istilacıların yaratma gücünden yoksun olmalarını göstermektedir.  Kolay elde edilene saygı duyulmayacağına göre,  onu yüceltme ve saygı da söz konusu olmayacaktır. Bu durumda onu sembolize edecek yaratım duygusu, yani sanat da gelişmez. Bu yüzden talancı kavimler sanat konusunda geri kalmışlardır. Varsa övündükleri sanat veya tarih, o da başka kavimlerden çalınmıştır! Prof. M Şemsettin GÜNALTAY “İran-Anadolu-Mezopotamya” adlı eserinde Aryan’ların, hatta İtalyanların Türk olduğunu iddia etmektedir. ) Bu iddiasında söz konusu kavimlerin yuvarlak kafa yapısına sahip olduklarını, ayrıca M.Ö.7.y.y.da yaşayan “Pır -şad” adlı bir Aryan prensinin isminin Türkçe olduğuna dayandırmaktadır. Çncelikle şunu bilmek gerek, Aryan’ların kafa yapısı dikdörtgeniktir.  “Pır-Şad”  da Kürtçe “pır=çok, şad=mutlu”  o da  = “ÇOK MUTLU “anlamını taşır. Osmanlı dilinin Kürtçe, Farsça ve Arapçadan etkilendiğini unutan prof, Kürde ait olanı talan ederek tarih yazmaktadır. Talimatlar doğrultusunda yazılan bir tarih ancak böyle olur! Sadede gelelim: yukarıda Aryan’ların dil bütünlüğüne değinmiştim. Ahamenit (Pers) krallarının bıraktığı eserlerden de bu gerçek kendini göstermektedir. 1. Daryos (Darius) Bistun kabartmalarında ELAM Aricesini (Ari dilini) kullanmıştır. Oğlu Xerxes de  Wan şehrinde  diktirdiği stelde ELAM dilini kullanmıştır. M.Ö.640 yılı ile 1. Daryos arasında 200 yıl zaman farkı var, ama Elam’canın bu kadar uzun süre kullanılması Aryan’ların ortak dile sahip olduğunu göstermektedir.'   Sanat alanında da kaya resimlerinden gelişerek madeni külte geçen Aryanlar, kültür, sanat ve mimaride de en yüksek seviyesini oluşturunca yaratılan çekim/cazibe olgusuyla barbarların istilalarına maruz kalırlar. İstila ve işgaller döneminde sanatlarındaki gelişmeyi kilim, halı vb gibi el sanatlarına yansıtırlar. Ortak sanat konuları içerisinde aslan, geyik, kartal, boğa, güneş, hayat ağacı, yılan (şahmaran),  sirmuğ vb gibi figürler çokça işlenmiş ve günümüze el sanatları ile taşınmıştır. Diğer taraftan Aryan sanatının en belirleyici öğesini saraylar oluşturmuştur. Bir taraça üzerinde tek katlı olarak yapılan saraylara bir merdivenle çıkılır. Çok sütunlu sarayın tavanı kanatlı boğa, aslan, kartal, geyik, ejder ve karışık yaratık gibi iktidar gücünü gösteren sütun başlıkları oluşturur. Aryan uygarlığına ait kabartmalar anonim özellikler taşıdığı için, Herodot Hatti (Hitit) lerin varlığından habersiz olarak yazılı kaya açık kült merkezindeki kabartmalarla Bésıtun kabartmalarındaki sizirnos betimlemelerini bir sayarak her ikisinin de MED’lerce yapıldığını anlatır. Hattuşaş, Media, Kargamış, Ekbatan, Pasargat, Sus ve Persepolis’te yer alan sarayların benzerlerini mezar mimarisinde de görmekteyiz. Çok sütunlu bir galeride kademeli bir kayda üzerine dikdörtgen prizması şeklindeki mezarın üstünü beşik biçimindeki kapak örtmektedir. Avlu kısmının çatısı sütunlar üzerine oturtulmuştur. Kayalara oyularak yapılan mezarlar mekândaki şartlara göre aynı stili yansıtmaktadır. Arya sanatının bu özellikleri ve mimari şekilleri Yunanlılar ve sonra da Romalılarca benimsenmiştir. Ancak, savaş ve işgaller sonrası tahrip ve yağma edilen bu sanat öğelerinin çok az bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Günümüzde görülen uygarlık öğelerinin hangisine bakarsak bakalım, hemen hepsinin bir öncekinin uzantısı olduğunu görürüz. Temeline indiğinizde Mezopotamya etkisini fark edersiniz. 

(Devamı var.) 

Kaynakça: 

*Kürtler –Bazil Nikitin *Arya Uygarlıklarından Kürtlere -S.Mıhotoli *Xenephon – Anabassis *Herodot Tarihi -R.Kitabevi